Ahmet Cemil,babasının
ölümünden sonra,binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini ve annesini
beslemek için çalışmak zorunda kalır.Bunun için elinden fazla birşey de
gelmemektedir.Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur.Ona
kalsa,bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı;edebiyatımıza bir başka yön
vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar.
Ali Şekip ,Hüseyin Nazmi gibi
arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu budur zaten. Raci gibi kendisini
kıskanan,arkasından dedikodular yaratan birine rağmen şiirde birşeyler
yapacağına inanır . Bir yandan , Ahmet Cemil ,bu sarı , uzun saçlı, mavi gözlü
,kalem parmaklı genç, Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’yı sever.Tek kaygısı
onunla evlenmek,ona layık bir yuva kurabilmektir.Fakat bu mümkün olabilir mi?
Olabilecek mi? Hep bunu hayal eder.
Okulu bitirdikten sonra ,zavallı genç çok
sıkıntılı günler geçirir.Evlerine gittiğin öğrencilerin şımarıklıklarına
katlanmak zorunda kalır.Ekmeğini kazanır ama, neler pahasına! Böylelerinden para
kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir . Başka çare de yoktur. Pek
dayanamaz hale gelince , bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye
kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini
yüzerler.Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek
kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister , ne de parasını
üzüle üzüle almaya razı olur.
Ahmet Cemil, günün birinde “Mirat-I Şuun”
adlı gazete de çalışmaya başlar. Hayatı
az çok düzene girer. Hatta ,gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil’in
kız kardeşi İkbal’le evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan Ahmet
Cemil, kız kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu
evlilik, o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha
önce birbirlerini tanımadıkları için bağdaşamazlar. Vehbi Efendi çok kaba,
durmadan içen , küstah bir kimsedir. Öyle alçak bir heriftir ki, karısı hamile
olduğu sıralarda beslemelerini okşayarak onlarla gönül eğlendirir. Ahmet Cemil
bu adiliklere dayanamaz .Gülle dokunmaya
kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz.
Bir gece, Vehbi, İkbal’I öyle hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme atar
ki zavallı kadın çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı
Ali Şekip’in dükkanına kendini atar. Ali Şekip’e anasınden aldığı küpeleri,
yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız
kardeşini ölümden kurtarmak gerekmektedir.Hiçbir önlem zavallı İkbal’i ölümün
pençesinden kurtaramaz.
Hüseyin Nazmi, uzakça bir görevle dış
işlerine tayin edilmiştir. Memmundur. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider.
Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceğini sanarak
Ahmet Cemil’e başka bir haber daha verir. Lamia’yı evlendiriyorlardır.O zaman
Ahmet Cemil Lamia’ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar,
Lamia’nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi
kabul etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür.Ama
yoksulluğu, işşizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan
da vazgeçer.
Önce kardeşi, sonra Lamia… Geriye ne
kalmıştır?Eseri mi?Genç adam,bütün ömrürünü koyduğu şiirlerini bir an bile
duraklamadan ocağa atıp yakar. Yaşamı gözlerinde yaşlar,ağzında acı bir lezzetle
seyreder. O esrin bir anlamı kalmamıştır artık.
Madem ki Hüseyin Nazmi gidiyor, o da
gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde oturuken ileriye ait tasarlarını,
tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu’da bir görev alıp gidecektir işte.
Kendisine kırgınlıktan başka birşey sağlamayan bu İstanbul’dan kaçacaktır.
Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece
karanlığında, son defa İstanbulu, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece
karanlıktır. Vaktiyle Tepe başında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi
görünen ışıklar sanki sönmüştü. Şimdi her taraf simsiyahtı. Oda,güneşten,
hayatın biçareliğiyle alay eden ışıktan kaçarak,sonsuz bir yoklukta mutlu ve
rahat, yuvarlanıp gidecektir.